Baştan
uyarıyorum; eğer ki filmi izleyip seven, filme sempati duyan, filmi
yere göğe sığdıramayan varsa bu eleştiriyi okumasın. Burayı hemen terk
etsin. Arkasına bakmadan… Çünkü bu yazının devamında film yerden yere
vurulacaktır. Yani, kısmen.
Amerikan
korku sineması, yaptığı işlerle her ne kadar bizi ürkütmeyi başarsada
bazen, bu sefer istenilen sonuç elde edilemiyor. The Conjuring’i (Korku
Seansı) izleyenler bilir; kötülükleri etrafında toplayan bir sürü
nesnenin kapatıldığı bir oda vardı. Ve bu odanın içinde camekana
kapatılmış bir bebek. Sanırım şimdi biraz anladınız; evet, Annabelle
işte bu bebekten yola çıkarak üretilmiş (üretilmeye çalışılmış) bir
korku filmi olarak izleyiciye sunuluyor.
Bu
derlemeyi yazan olarak ben, bir korku – gerilim filmleri izlemeyi seven
biri olarak yazmaktayım bu eleştiriyi. Hasan Karacadağ’ın tüm korku
serilerine sinemada gitmiş, Alper Mestçi filmlerini iki defa (Hasan
Karacadağ filmlerini kaç tekrarda izlediğimi hatırlamıyorum bile)
izlemiş, Türk korku sinemasını da yakından takip eden biri olarak
yazıyorum size. Bu durum size biraz sempatizanlık gibi gelebilir. Hayır.
Piyasada izlemeye değer korku filmleri bulamadığım ve canım korku filmi
izlemek istediği zaman, işte bu filmleri açıp izliyorum bazen ve
diyorum ki; “Türk korku sineması iyi ki var”. Yoksa bizi gerim gerim
germesi, kasım kasım kasması için Amerikan korku sinamasının eline
kaldıysak eğer, vay halimize!
Her
neyse, gelelim Annabelle’a. Film iki genç hemşirenin kameraya
verdikleri röportajla başlıyor ve bizi olayların bir yıl öncesine
götürüyor. Yeni evli ve bebek bekleyen genç çiftler, hayata karşı bir
tutunma mücadelesi verdikleri sırada; genç koca bebek koleksiyonu yapan
eşine bir bebek hediye ediyor ve olaylar bundan sonra sarpa sarmaya
başlıyor. “Paranormal Aktivite”yle birlikte gelen “Tılsım, Büyü, Ayin,
İblis, Şeytan” gibi öğeler bu filmde de karşımıza çıkıyor. Fakat bu
öğeler, filmi doldurmaya kalkan bir dekordan öteye gidemiyor. Filmde o
kadar kopuk noktalar var ki, cevap verilmesi gereken her soru havada
öylece asılı duruyor. Film bir “gizem” içerisinde ilerlemeye çalıştıkça
yerin dibine batıyor tabiri caizse. Mia’nın yeni taşındıkları apartman
dairesinin altında tanıştığı kütüphaneci zenci kadın bile size “ne alaka
şimdi” diye sormaya yetiyor da artıyor bile. Çünkü filmde her şey
damdan düşme! Hikaye sıfır, kurgu ise neredeyse yok gibi.
Şimdi
diyeceksiniz “filmi izletecek hiçbir şey yok mu kardeşim?” Eh, yok
değil. Film bazı sahnelerde sizi biraz olsun germeyi başarıyor. Fakat
iki hatta üç kez kullanılan birbirinin tıpa tıp aynısı sekanslar, sizi
“yine mi” diye sormaya itiyor. Bazı sahnelerde birden karşınıza çıkan
hayalet figürleri, şeytan tasviri ve bunlarla birlikte kullanılmış
bastırıcı ses efektleri, bazı sahnelerde etrafınıza bakmanıza yol
açıyor. Fakat hepsi bu… Film bundan öteye gidemiyor ve bir noktadan
sonra siz nihai soruyu kendinize soruveriyorsunuz; “bu filmin sonu
nereye gidecek arkadaş?”. Veyahut “bitse de gitsek” oluveriyorsunuz.
Eleştirinin
başlığında da söylediğim gibi, Annabelle; Korku Seansı’ndan nemalanmaya
çalışan bir film. Fakat yönetmenin unuttuğu bir nokta kalmış; sadece
efektlerle bu iş olmuyor. İzlediğimiz film bir aksiyon filmi olsa,
hikayeyi boş verebiliriz bir noktadan sonra ve aksiyon sahnelerinin
tadını çıkartırız. En azından bizi eğlendirecek şeyler barındırır,
sadece saf aksiyonda olsa. Hikaye basittir, fakat aksiyon sağlamdır.
Fakat maalesef, korku filmlerinde bunu yapamazsınız! Aman hikayeden
kısayım, efektlere abanayım diyemezsiniz! İzleyenin bu korkunun
arkasında bir neden arıyor oluşunu göz ardı edemezsiniz!
Korku
filmlerini çok seven ve her türünü izlemeye çalışanlara tavsiyem;
izleyin ve unutun! Korku filmi müptelası olmayan, izlemesem de
olurcular; izlemeyin. İzlemesenizde olur!
IMDB 10/5.5
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder