16 Şubat 2015 Pazartesi

THE CONJURING’İN KALANLARINDAN NEMALANMAK! | Bilenadamlar Eleştiri

http://bilenadamlar.blogspot.com/2015/02/the-conjuringin-kalanlarindan.html

Baştan uyarıyorum; eğer ki filmi izleyip seven, filme sempati duyan, filmi yere göğe sığdıramayan varsa bu eleştiriyi okumasın. Burayı hemen terk etsin. Arkasına bakmadan… Çünkü bu yazının devamında film yerden yere vurulacaktır. Yani, kısmen.

Amerikan korku sineması, yaptığı işlerle her ne kadar bizi ürkütmeyi başarsada bazen, bu sefer istenilen sonuç elde edilemiyor. The Conjuring’i (Korku Seansı) izleyenler bilir; kötülükleri etrafında toplayan bir sürü nesnenin kapatıldığı bir oda vardı. Ve bu odanın içinde camekana kapatılmış bir bebek. Sanırım şimdi biraz anladınız; evet, Annabelle işte bu bebekten yola çıkarak üretilmiş (üretilmeye çalışılmış) bir korku filmi olarak izleyiciye sunuluyor.
Bu derlemeyi yazan olarak ben, bir korku – gerilim filmleri izlemeyi seven biri olarak yazmaktayım bu eleştiriyi. Hasan Karacadağ’ın tüm korku serilerine sinemada gitmiş, Alper Mestçi filmlerini iki defa (Hasan Karacadağ filmlerini kaç tekrarda izlediğimi hatırlamıyorum bile) izlemiş, Türk korku sinemasını da yakından takip eden biri olarak yazıyorum size. Bu durum size biraz sempatizanlık gibi gelebilir. Hayır. Piyasada izlemeye değer korku filmleri bulamadığım ve canım korku filmi izlemek istediği zaman, işte bu filmleri açıp izliyorum bazen ve diyorum ki; “Türk korku sineması iyi ki var”. Yoksa bizi gerim gerim germesi, kasım kasım kasması için Amerikan korku sinamasının eline kaldıysak eğer, vay halimize!
Her neyse, gelelim Annabelle’a. Film iki genç hemşirenin kameraya verdikleri röportajla başlıyor ve bizi olayların bir yıl öncesine götürüyor. Yeni evli ve bebek bekleyen genç çiftler, hayata karşı bir tutunma mücadelesi verdikleri sırada; genç koca bebek koleksiyonu yapan eşine bir bebek hediye ediyor ve olaylar bundan sonra sarpa sarmaya başlıyor. “Paranormal Aktivite”yle birlikte gelen “Tılsım, Büyü, Ayin, İblis, Şeytan” gibi öğeler bu filmde de karşımıza çıkıyor. Fakat bu öğeler, filmi doldurmaya kalkan bir dekordan öteye gidemiyor. Filmde o kadar kopuk noktalar var ki, cevap verilmesi gereken her soru havada öylece asılı duruyor. Film bir “gizem” içerisinde ilerlemeye çalıştıkça yerin dibine batıyor tabiri caizse. Mia’nın yeni taşındıkları apartman dairesinin altında tanıştığı kütüphaneci zenci kadın bile size “ne alaka şimdi” diye sormaya yetiyor da artıyor bile. Çünkü filmde her şey damdan düşme! Hikaye sıfır, kurgu ise neredeyse yok gibi.
Şimdi diyeceksiniz “filmi izletecek hiçbir şey yok mu kardeşim?” Eh, yok değil. Film bazı sahnelerde sizi biraz olsun germeyi başarıyor. Fakat iki hatta üç kez kullanılan birbirinin tıpa tıp aynısı sekanslar, sizi “yine mi” diye sormaya itiyor. Bazı sahnelerde birden karşınıza çıkan hayalet figürleri, şeytan tasviri ve bunlarla birlikte kullanılmış bastırıcı ses efektleri, bazı sahnelerde etrafınıza bakmanıza yol açıyor. Fakat hepsi bu… Film bundan öteye gidemiyor ve bir noktadan sonra siz nihai soruyu kendinize soruveriyorsunuz; “bu filmin sonu nereye gidecek arkadaş?”. Veyahut “bitse de gitsek” oluveriyorsunuz.
Eleştirinin başlığında da söylediğim gibi, Annabelle; Korku Seansı’ndan nemalanmaya çalışan bir film. Fakat yönetmenin unuttuğu bir nokta kalmış; sadece efektlerle bu iş olmuyor. İzlediğimiz film bir aksiyon filmi olsa, hikayeyi boş verebiliriz bir noktadan sonra ve aksiyon sahnelerinin tadını çıkartırız. En azından bizi eğlendirecek şeyler barındırır, sadece saf aksiyonda olsa. Hikaye basittir, fakat aksiyon sağlamdır. Fakat maalesef, korku filmlerinde bunu yapamazsınız! Aman hikayeden kısayım, efektlere abanayım diyemezsiniz! İzleyenin bu korkunun arkasında bir neden arıyor oluşunu göz ardı edemezsiniz!
Korku filmlerini çok seven ve her türünü izlemeye çalışanlara tavsiyem; izleyin ve unutun! Korku filmi müptelası olmayan, izlemesem de olurcular; izlemeyin. İzlemesenizde olur!
IMDB 10/5.5

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder